9 Temmuz 2015 Perşembe

Deneyim : Prangalardan Kurtulmak

Yürekleri sevgi, merhamet ve iyi niyet dolu kadınlar; merhaba! Merhaba; ruhları karartılmaya çalışılmış kadınlar! Merhaba; bedenlerine onlarca kendini bilmezin darbesi vurulmuşlar! Merhaba; canımın ta içleri, merhaba!
Yazı yazmayı çok sevmeme karşın, küçüklüğümden beri belki de tek bana kalan alışkanlığım olmasına karşın, bu yazıyı yazmak hala benim için çok zor. Esasen belki de bu yazı ile birlikte kurtulacağım prangalarımdan. Bu yazı ile belki de özgürleşeceğim bir nebze daha.
Bana atfedilmiş bir konunun yazısı olsa bu en yaldızlı cümlelerle ama tersinden en de sade yanıyla sayfalar dolusu yazabilirim size. Ama bu, belki de bir iç döküş yazısı. Yahut özeleştiri, bilemiyorum.  Yazarken özgürleşeceğim çünkü ilk kez kendimle yüzleşeceğim.
Yazıyorum çünkü yalnız değilim biliyorum. Yazıyorum ama takdir beklemiyorum. Yazıyorum ama yargılanmayacağım, onu da biliyorum. İçimdeki o küçük kız çocuğunun erkek akıl ile uzlaşmasını mahkum edebilmek için yazıyorum. Ya da sadece vicdanımı rahatlatmak…
Karışık gelmesin size kelimelerin sıralanışı. Anlamsız gelmesin o peş peşe bir nefes\bir ömür’de sıralanan cümleler. Erkek akıl ile kol kola yürümüş, bile bile sömürülmeye izin vermiş yüreğimin zelzenişi bu satırlar. Sömürülen maddi ve manevi varoluşumun, kadınlığımın ağrısı tüm bunlar.
Yıllardır naçizade kadın özgürlük mücadelesinin içinde bulunmuş, bulduğu her fırsatta erkek aklı makhum etmiş, gerekirse bedeller ödemiş ama yılmamış, her ne koşulda olursa olsun “KADINLAR VARDIR” diye haykırmış bendeniz bir zaman kendimi o erkek aklın kucağında buldum. İçinden sıyrılamadığım küçük burjuva alışkanlıklarım mı yatıyordu temelde yahut düzenin o süreçte bana sistematik olarak pompaladığı “yalnızlık” duygusu mu  bilmiyorum.
İnsan bazı dönemlerde –belki de en devrimci durması gereken dönemlerde- yenik düşüyor azizim. O süreç benim için de öyle bir süreçti.  Öyle ki yaşadığım iç-geçiş süreçleri beni fazlasıyla yormuş, yanlışa doğru dememek için dokuz köyden kovulmuş, dışardan bakıldığında her açıdan sıkıntılı bir tip, içine döndüğünde nihai zaferden başkasını düşlemeyen ama  yalpalanan, bulduğu her eşikte yalpalanan, en olmaması gerekenler  tarafından yalnızlaştırılan, hesapta “düzelmesi” için kendi haline bırakılan, sonuçta içinde binbir parça olan bir kadın ve  geçirdiği süreçten bir kesit bahsettiğim.
Neresinden tutuarsam tutayım elimde kalan o süreçte, ben gittikçe yalnızlaştım. İçime döndüm sanarken aslında o ara bana iyi gelen tek şey olduğuna inandığım bir adamın kollarında kaldım. Ait olduğum yerin orası olmadığını bildiğim halde, kendimi tabiri caiz ise “ev kapatması” haline getirdim. Zile bastığımda içerden ‘kollarını açıp tüm benliği ile bana gelen’ adamın maskelerine yenildim. Belki de bile bile…
Tüm o reddettiğim toplumsal kadınlık rollerini bile isteye, en “güzel” haliyle üstüme geçirdim. O uyanmadan uyandım, kahvaltısını hazırladım. Hiç bıkmadan, nefret ettiğim halde, günde 4 kere çayını demledim, önüne koydum. “Orta-açık, tavşan kanı ha, unutma…”  Kahvaltısını yapıp, semizlendikten sonra o çok “hantallaştığı” için tekrar yatağına dönerken ben kalkıp evi temziledim, kıyafetlerini hazırladım. “Ev işleri-mi” bitirdiğimi haber vermek için umursuzca yattığı odasına gittiğimde canı isterse saatlerce istemezse “rahatlayana” kadar onunla seviştim. Mutlu olduğum yada ben istediğim için değil, sırf o istediği için ve sırf o mutlu hissetsin diye. İlk kez biriyle birlikte olmam da ona “nasip” olmuştu zaten. Onun tabiriyle “tatlı-sert” beni buna ilk mahkum etmesi sonrasında da canı her istediğinde bana sahip olabileceği anlamına geliyordu nasılsa. Bekaretimi de o “bozmamış” mıydı nasılsa? Artık O’nun idim. Onun malı idim.
Her üstümde tahakküm kurduğunda hunharca, gözümün önünde onlarca kadın siluyeti geçti. Sarışın, esmer, kumral, renkli gözlü, sarı-kızıl-kahverengi saçlı, kısa boylu, uzun boylu, şişman, zayıf onlarca kadın kaşları çatık bana bakıyordu. Hesap soruyordu. Ne yapıyorsun, diyordu. O yüzleşme en beteriydi benim için. Gözlerimi sıkı sıkı kapatırdım her seferinde. Beni üstünden\altından atana kadar da açmazdım. Sesli sevişmesini söylerdim. Benimle konuş derdim. Hoşuma gittiğini sandığı için yapardı, ikiletmezdi. O “dirty talk” yaparken ben o kadınların sesini bastırırdım içimde.
Bir dönem geldi, il dışına çıkmam gerekti. 4  gün kadar kendine bıraktım onu. Kızmıştı giderken bana, gitmemi istemiyordu. Ama gitmem gerekiyordu ve gittim. Hiç aramadı tabii ki beni. Ben sinirindendir sanıyordum. Döndüm ama eskisinden daha beterdi her şey. Bana artık o lütfedip gösterdiği iyi yanını göstermiyordu. Çoğu zaman susarak geçiriyorduk vaktimizi. Kadınlık görevlerimi yaptığım zamanların dışından bahsediyorum. Ya çok sinirli olup azarlıyordu yılmadan beni ya da saatlerce uyuyordu. Evde olmadığım 4 günlük süre zarfında başka başka kadınlarla birlikte olduğunu öğrendim sonra. Boşboğaz kapıcımız Hamdi efendi geciken kirayı istemek için geldiği sırada… Ayak parmaklarımdan omuriliğime sıcak bir şeyin yükseldiğini hissettim, titriyordum. Kendimi bıraktığım koltuktan kalkamıyordum. O geldi sonra, en umursamaz haliyle. Ağzının ucuyla “regl mi oldun yoksa” diye sordu. Öyle ya, neyim olabilirdi ki başka?
Bir hışımla kalkıp önce vazoyu kafasında parçalayıp, sonra da defolup gittim o evden- diyebilmeyi çok isterdim. Ben kaldım. Hem de hiçbir şey sormadan, daha büyük bir esaret ile kaldım. O’nu kaybedemezdim. Bırakamazdım da zaten. Hem O’na aittim, hem de bana ihtiyacı vardı. Ne yapardı bensiz, ne yapardım O’nsuz. Kaldım, hem de öyle bir kaldım ki o evde bütün “kadınlık hallerimle”. Saçımı boyattım önce, yeni kıyafetler aldım sonra. Daha lezzetli yemekler yapmayı öğrendim. Mezelerle donalttım sofraları. Daha çok seviştim onunla. Orgazım taklidi yaptım gecelerce. Korkuyordum, git diyecek diye korkuyordum. “Düzelsin” diye kendi haline bıraktıkları ben her geçen saniye daha da eriyordum.
Parasız kalmıştık. Ev kirası, faturalar, alacaklılar… Hepsi daha çok sinirlenmesi için birer yeni sebepti. Hepsi daha çok beni öldürebilmesi için yeni sebepti. Onu böyle mutsuz bırakamazdım. Benden beklediğini yaptım. Gittim ve çektim krediyi. Elim dahi titremeden koydum önüne bir tomar parayı. Daha önce hiç bir arada elime geçmemiş rakamları, ben O’nun önüne koydum. Tabii ki sırf mutlu olsun diye.
Ve bir sabah eve girecekken yine, kapının arkasından böğrüne ok saplanmış hayvan sesi duyuldu. Giremezsin, dedi O hayvan böğüre böğüre. Elimde alışveriş poşetleri, yüzüm bembeyaz, kanım çekilmiş , anahtarım hala kapının üstünde kalakaldım öylece. Sonra fark ettim içerdeki topuklu ayakkabıları ve yarı çıplak ama mahçup yüzünü mermerden kaldıramayan o kadının varlığını. Göz göze geldik. İkimiz de özürler diliyorduk sessizce birbirimizden. Onu ya da o eve girip o hayvanın üstünde tahakküm kurabileceği her kadını tek tek bulup anlatmalıydım, engelleyebilmek için. Özür diliyordum çünkü engelleyememiştim. Özür diliyordu çünkü muhtemelen varlığımdan haberi dahi yoktu. Ve pişmandı. “yuva dağıttı” sanıyordu. Biz aramızda üç metre, ortamızda bir hayvan, sarılıp ağlaşırken sessizce böğürmeye başladı yine aynı ses. Önce onu tuttu fırlattı kolundan odaya, üstünü giyinsin diye. Sonra beni tuttu çekti kolumdan, içeri gireyim diye. Ne ben girdim içeri, ne o giyindi üstünü. Aldı taytını ve çantasını, fırlattım anahtarı ve poşetleri, tutuştuk el ele kadınla, koşmaya başladık aşağı doğru;  ardımızda “sürtükler” diye böğüren o hayvanı o eşikte bırakarak. Dış kapıya kadar soluksuz koştuk. Sonra durduk birden ikimiz de. Yarı çıplaktı. Böyle dışarı çıkamazdı ya, yardım ettim. Üstünü giyindi. Saçımızı sımsıkı topladık ikimizde. Başımıza giren ağrıdan olsa gerekti.  Yaklaşık bir saat yürüdük hiç konuşmadan, bir taksi çevirdim sonra.  Öne onu bindirdim, arkaya da kendim oturdum. Evini tarif et dedim yalnızca. Tam inecekken döndü arkaya, gözleri dolu dolu “özür dilerim” dedi paramparça. Sıktım elinden usulca, dayanamadım sarıldım sonra boynuna. Bin mahçup ben fısıldadım sonra “Özür dilerim.”
Adını dahi bilmediğim o kadını ardımda bıraktım ama hiç bırakmadı yakamı yaşadığım o anlar. Ne yaptığımı, kendimi neyin içine soktuğumu daha berrak görebiliyordum artık. Gidip bir kadın organında ağlaya ağlaya özür dilemek istiyordum bütün saf duygularımla. Yapamadım, cürret edemedim. Yine korktum belki de aslında. Üstünden aylar geçti, ne yarası kapandı, ne suçluluk duygusu azaldı bir damla.
Evde, sokakta, kampüste kadın özgürlük mücadelesi anlattığım kim varsa tek tek özeleştiri vermek istedim, yapamadım.  Bulduğum bütün kadınlara “sakın bunu kendinize yapmayın” demekle yetindim, tüm dıştan ve buyurucu tarzımla.
Hayatımın en geri, en hatalı, en yoz döneminden sonra bir nevi küllerimden doğuyorum şimdi.  En baştan alarak, en titiz ve dikkatli hal\davranışlarımla. En “kadın” halimle.
Dedim ya bir özeleştiri yazısıdır aslında bu satırlar. Affınıza sığınıyorum siz koca yürekli kadınların, en anadan üryan halimle.
Varın ve var olun güzelim kadınlar, en kadın halinizle.
Sevgi ve inançla öpüyorum yüreklerinizden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder